Rosa Candida
- Baran
- 30 Ağu
- 1 dakikada okunur

Tapınak
bir rüya uyurdu kent, güzün son akşamları
mum ışıklarında ben sana uyanırdım
eskimiş Eden’in kokusuna varan anılarım
vuruldu kanatlarıma bir kilit gibi
mum ışığını araladıkça tel tel bir şiir
dökülür ellerime
renk ve rüya, kan gülleri
“Beni dağından men ettin
ve bekçilik ettiğim bahçelerden sürgün ettin.
Beni içime hapsettiğin
ateşle dünyaya attın.“
giysileri altın işlemeli Venüs
hep güzel taşlarla çevrili
o gün yıldızı
ışık getiren kadim
gün yıldızı
ve pruvasına eğilip denizcinin
yolunu gözlediği her seher
bir başka özgürlüğe açılan
bir başka mahvoluş
zümrüt, solgun aytaşı, safir,
gökyüzü
devrin sonsuz kalabalığının ucunda
tenini bulmak ışıltısı
biz kayıp çağın esrik ruhları
dağlar kuşanan özgürlükleri
ayağımız altında eğilip bükülen şehir
gerçeğe varıp önümüze yol serilen karanfil
bir başka özgürlüğe açılan
bir başka mahvoluş
seni konuşmak, gökyüzü
“gün ağarıp sabah yıldızı
yüreklerimizde doğuncaya dek,
karanlık yerde ışık saçan çıraya
benzeyen bu..” eski güzlerden kalma
bir yığın sarı kuşku, bugünmüş gibi
turuncu mum ışığının düş hayaletlerleri
günahla oyunlar oynarken
bakışlarıyla ruhunu gülüyor o
tenime nakışlanan büyülü an
buğulu bir akış, gerçekten arınmak
durgun anlar içinde kırmızı ve siyah manzaralar
gövdenmiş gerilip gerçeği ardına saklayan tapınak
mum ışıkları, gülüşler
sona erdi cennet bahçesi bekçiliğim
eski günlerden kalma bir yığın
kırmızı günah peşimde getirdiğim
ateş tarlaları, mum ışıkları, gülüşler
yazgım, düşüşüm, gençliğim
gökyüzü, günahımla gidişim
…Çok feci bir sona geldim.
rüyalarımı arıyorum
rüyalarıma dönüyorum
sar beni
düşlerimi inşa et
sonra


