top of page
Ay Aşamaları

Mevlânâ Etkisiyle Büyüyen Şiir: Divan

  • Yazarın fotoğrafı: Baran
    Baran
  • 4 Ağu 2020
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 25 Eyl 2021

“Bizim ölümümüz, ebedî bir düğündür.”

Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî

Kendi vefatını uzun hasretinin nihai sonuçlanması olarak değerlendiren Mevlânâ, 17 Aralık 1273 tarihinde meşhur hasretliğine kavuştu. Bu geceye Mevleviler tarafından düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs” dendi. Şeb-i Arûs’un arifesinde olduğumuz bugünlerde Rûmî’yi anmak adına Divan Edebiyatı’nın onun şiir geleneğinin toprağında filizlenen bir çiçek olduğu görüşünü tekrar gündeme getirerek büyük Türk şairinin hatırasına hizmet etmek boynumun borcudur.

Rûmî’den Türk şairi diye bahsedilmesi pek de alışık olduğumuz bir durum değil. Kendisinin Türk olduğu yönünde kesin bir kanaat bulunmakla beraber birkaç istisnai dize dışında hiçbir Türkçe şiiri bulunmamakta. Tabii ki bu kendisini Türk Edebiyatı içinde incelememize engel teşkil etse de Mevlana’nın Türk sosyal ve kültürel yaşantısında büyük bir öneme sahip olduğu yadsınamaz. Esasında Türk yaşantına büyük etki etmekle kalmayıp şiirleriyle, öğütleriyle Uluslararası bir değer haline dönüşmüş olan düşünürün bu denli sevilmesi ve sahip çıkılmasının sebebi özünde bütün öğütlerinin tüm semavi dinlerdeki öğütlerle birebir örtüşmesidir. Hatta Tasavvuf kavramını da bu perspektiften değerlendirdiğimizde bir dine bağlı kalmadan tüm dinlerce uygulanabilecek bir hayat felsefesi olduğunu fark ettiğimiz an, işte Rûmî’nin neden tüm dünyada sevildiğini anlayacağımız andır. Bu noktada eserlerinin, büyük çoğunluğu İngilizceye olmakla beraber, onlarca dile çevrilmesi düşünürün nasıl hem Goethe’ye hem Yunus Emre’ye ilham olduğunu bizlere anlatır.

Anadolu’da Türk Edebiyatının ilk yazılı eserleri 13. yüzyılın ilk yarısında verilmeye başlanmışken Rûmî’nin o yıllarda halihazırda Fars Edebiyatının adından söz ettiren şairlerinden biri olduğu, hacimli ve kayda değer birçok eserini bu dönemde meydana getirdiği aşikardır. Bu gerçeklerden çıkarımla düşünürün içinde yaşadığı dönemde şiiri duyurmak ve büyütmek adına çalışmalar yaptığını söylemek pek de yanlış olmaz. Bununla beraber şiiri insanlarla konuşmada bir araç olarak görmesi, kitleleri dizeleriyle etkilemesi; şiirin bu topraklarda başka bir kullanımını da belki ilk defa esnaf, tüccar, zanaatkar, işçi olan halk adamlarıyla tanıştırdı. Fakat Divan şiirinin esnaf ya da işçi şiiri olmadığı apaçıktır. Peki o zaman Divan şiiri ile Mevlana’yı buluşturan payda nedir? Tabii ki bu payda Mevlana’nın; Nesimi’nin, Şeyh Galip’in, Aşık Paşa’nın, hatta şahsi olarak tüm Divan şairlerinden ayrı tuttuğum Fuzuli’nin bizlerin gönlüne nakşolan o muhteşem dizelerinin ardındaki ışık kaynağı olmasıdır.

Bunu anlamak için bugüne bakmak yeterlidir. Bugün nasıl Mevlânâ öğütlerinin; dilden dile dolaşan dizelerinin yaşantımıza ve kaleme aldıklarımıza, hiç olmazsa düşünce dünyamıza yapmış olduğu katkı gözle görülebilir değerdeyken onun yaşadığı dönem ve hemen sonrasında onu takip eden birkaç yüzyılda bu etkinin kat be kat daha yoğun olduğu yazılmış eserlerde gözlemlenebilir. Aşık Paşa’nın Garip-name’sindeki tasavvufi yorumlar, ki eserdeki öykülerden biri direkt olarak Mevlana’nın Mesnevi’sinden alıntıdır, Hoca Dehhani’nin şiirine yansıtmamakta ısrar ettiği fakat hakkında açıkça bilinen Tasavvufa yakınlığı gibi örneği çoğaltılabilen durumlar giriş kısmında bahsettiğim Divan Edebiyatının Mevlânâ etkisiyle şekillenmiş olduğu görüşünün canlı kanlı birer kanıtı niteliğindedir.

 
 
 

Yorumlar


  • Instagram
  • YouTube

©2020, twentyfourthskyart

bottom of page