Yeraltı Kralı Botia
- Baran

- 21 Eki 2020
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 25 Eyl 2021
Botia, Bahçelerden çabucak ayrıldı. Ayrılışının ardından efendilerin tümünü bir hüznün kapladığı gerçeği Botia’nın bile ruhunu sardı, nihayetinde hepsi aynı tohumdan geliyordu. Kendi içinde bir an bile vicdan muhasebesine düşmedi fakat Aris’in kararını da sorgulamadı. Çünkü Botia artık ölümü ve kaderi diğer tanrıların bile anlamadığını fark etmişti. Ölüm hayatın vazgeçilemez bir parçasıydı, bir ağacın kökü, bir kılıcın keskin tarafıydı. Her şey başladığı gibi, sona da ermeliydi. Hayat ölümün gerçeğiyle can bulabilirdi çünkü insanı ölüme yaklaştıran her gün ancak böylece diğerinden daha değerli hale gelebilirdi. Bu düşünceyi kısa süre sonra kestirip attı Botia, artık bu dünyada yalnızlığın pençesinden asla kaçamayacağından korkarak.
Ölümün ve savaşın efendisi dünyaya vardığında yeryüzüne bir zaman boyu dolaştı. Çağlar boyu nöbet tuttuğu dünyada herhangi sorumluluğu olmadan dolaşmak da yine insanlarla konuşmak ve görüşmek istiyordu fakat kısa süre sonra bunun onların kaderini kötü etkileyeceğine karar verdiği için bu fikri erteledi. Ardından Ara’yı bulmayı ve onunla konuşmayı da düşündü ama bunun da henüz kaderinde olmadığına kanaat getirdi. Hem onu yakalayıp Bahçelere mi teslim edecekti? Bu iç hesaplaşma da kısa süre içinde kendini kapattı. Artık Botia yolunu çizmiş görünüyordu. Tüm dünyada adım atılmadık yer bırakmadığı ve sürekli ağaçları, çiçekleri ve hayvanları izlediği uzun yılların ardından yerin altına girişi başladı.
Botia tek başına okyanusların ve kıtaların en derinlerini dünyanın merkezini çevreleyecek şekilde katlar haline oluşturmaya başladı. Yeraltında belirlediği en yüksek nokta yeryüzünün kilometrelerce altına denk geliyordu fakat yine de dünyanın içi öylesine büyüktü ki Botia burada yeni bir dünya yaratmayı başardı. Tüm bunları yaparken yaratımın kendisinden ilham aldı ve burayı bedenleri ölmüş ölü ruhların barınabilmesi için inşa etti. Bir gün hayatı boyunca kötülük yapmış olan ruhların da buraya döneceğini bildiğinden dünyanın merkezine yakın, en sıcak ve korkunç katı kötü ruhlara ayırdı. Şiddete ve şehvete düşkünler, aç gözlüler, hilekârlar burada üstlerdeki katların konforunu sağlayacak mekanizmaların çalışmasına, volkanların ve yarıkların düzenlenmesinde zamanın sonuna dek çalışacaklardı. Bunun üstündeki birkaç katta ise yine günahkârlar daha küçük cezalara çarpıtılacak fakat onun da üstündeki birkaç katta ödül veya ceza bulunmayacaktı, burası araftı. Katlar yükseldikçe ölü ruhlar azaptan kurtulup huzura kavuşacak şekilde yaşayacaktı. Bu katlar için Botia ağaçlar, dereler, hizmetkârlar, çiçekler ve yapay bir gökyüzü inşa etti. Öyle ki bu katlarda yaşayan bir ruh terse dönmüş bir gökyüzünde yaşıyor gibi üzerinde göğü, güneşi ve ayı görecek fakat azabın merhametsizliğinden korunmak için de alt katlardaki çığlıklar kulaklarına neşeli çığlıklar gibi şakıyacak, alev dolu kazanlar ve ıstırap gözlerinde karanlık bir gökte parlayan yıldızlar gibi hoş görünecekti. Botia bunların yanında kendine sayısız hizmetkâr ve yardımcı da yaratmıştı. Bunların kimi habercilik yapacak kuşlar, kimi kuduz köpekler kimi de iki ayak üzerinde durabilen boğalardı. Fakat en çok atlar vardı çünkü Botia yeryüzünde nöbete durduğu çağlar boyu atlara özel bir ilgi duymuştu. Artık kimi bembeyaz, kimi kapkara, kimi konuşan kimi şarkılar söyleyen, boynuzlu, boynuzsuz, iri veya yavru, kızgın veya sevimli binlerce at yeraltının yapay çayırlarında ve dağlarında bir arada koşturuyorlardı.
Botia kendi tahtını arafa inşa etti. Botia’nın adaletini ve azabının korkunçluğunu simgeleyen bir alevin üzerine oturtulmuş gümüşten geniş bir taht, gümüş ölümün ve savaşın efendisinin hakikati ve iyiliği ödüllendirişini simgeliyordu. Böylece ölümün ve savaşın efendisi Botia hizmetkarlarının önünde, yeraltının kralı olarak alevden yapılmış tacını giydi. Botia’nın ilk hükmü yeraltı kuşlarının Suna, Horan ve Dirin’ın sahipsiz dolaşan ruhunlarını bulup ait olduğu yere getirmeleri oldu. Bundan böyle ruhları yeryüzünden buraya getirecek olan yeraltının siyah kanatlı kırmızı gözlü haberci kuşlarıydı.





Yorumlar